Ağlamak hakkın bugün. Senin büyüttüğün, başını eğdi bugün!
Yazmaya ara vermiştim bir süredir…
İstemediğimden değil, yazamadığımdan ama bugün yazmam lazım; soluksuz kalıyorum kederimden çünkü. Derdimi paylaşmam, içimde ki kederi anlatmam lazım…
Dünyanın bambaşka kıtasında, küçücük bir evde üç gündür hayat durdu. İnternetten en son haberleri takip etmek için sabahları yataktan kalkarak, yemek yemek, alışverişe gitmek, kitap okumak, iki kelime sohbet etmek gibi günlük rutinleri bırakıp sadece bilgisayar başında; bazen ağlayarak, bazen nefretimi kusarak ama en çok ta çaresizliğime acıyarak onlarca saat geçiriyorum. Çevremdekiler bitmek tükenmek bilmeyen bu yasın, bu öfke nöbetinin, bu acının, bu kızgınlığın sebebini anlayamıyor. Ağızlarında hep aynı soru; ölenlerin içinde bir yakınım olup olmadığı…
Yirmi dört kardeşim vardı diyorum…
Yirmi dört canım vardı; üç gün önce kaybettim! Hatta belki de daha fazla… Körfez depremini yaşayan biri olarak, ölüm sayısıyla ilgili resmi açıklamalarda hep bir kuşku düşüyor içime…
***
Çocukken hep Türkiye’de savaş çıkmasından korkardım. Birilerinin bize saldırmasından…
Bosna Hersek ve Körfez savaşlarının benim çocukluğuma denk gelmiş olmasından herhalde…
O kadar çok korkardım ki; sonunda bir spor aktivitesinde tanıştığım bir paşaya Türkiye’ye saldırılma ve özellikle de düşmanın Kocaeli’ne gelme olasılığını sordum. Bana gülerek şu cevabı verdi: “Türkiye cumhuriyeti ordusu dünyanın en güçlü ordularından biridir. Tehdit içeren bir sinek bile habersiz sınırlarımıza giremez! Hiç korkma kızım, Türkiye’nin her yerinde Mehmetçik nöbet tutuyor!” O kadar inanmıştım ki ona çocuk yüreğiyle, nasıl bir sinek bile habersiz sınırlarımıza giremezken, yüz teröristin ağır silahlarla baskın yapabildiğine bugün hala şaşırıyorum! Yazılıp çizilen, basında konuşulan bu saldırının detayları, istihbaratımızın yetersizliği ile ilgili iddialar kanımı donduruyor. Lisedeki vatandaşlık dersi dışında, askeri hiçbir bilgiye sahip olmayan ben, aklımın yettiğince anlamaya çalışıyorum olan biteni. Depremden sonra herkesin jeoloji uzmanı kesilmesi gibi, şimdi de bir askeri strateji bilgiçliği dolaşıyor ortada. Bilen bilmeyen herkes yorum yapıyor. Orduya karşı ağır suçlamalar, iddialar bir taraftan; kanımız yerde kalmayacak, öcümüz alınacak tesellileri diğer taraftan!Ve sürekli artan bir “şu kadar terörist öldürüldü” haberleri… Elli teröristin öldürülmesi içimi soğutmuyor ama… Acımı dindirmiyor. Biliyorum, bin teröristte öldürülse karşılığı etmiyor, yirmi dört gencecik vatan evladının, canımızın katledilişine. Birde üstüne üstük malum kişiler çıkıp, “Hep tek taraflı düşünüyorsunuz, iki taraftan da insanlar ölüyor. Hem Türk hem Kürt anaları ağlıyor.” diyerek, ölen teröristlere sempati duymamızı bekliyor. İşte insanın aklını kaçıracağı nokta! Sanki yıllardır süregelen canilikleri dâhilinde,Başbağlar köyünde insanları kurşuna dizen, mavi çarşıyı yakan, intihar saldırıları düzenleyip bir sürü masum insanın ölümüne neden olan, durup dururken üç gün önce gerçekleşen o hain saldırıyı düzenleyen PKK değilmiş gibi, çatışmalarda ölen PKK mensuplarına sempati duymamızı bekleyen, ve bu beklentiyi rahat rahat, sıkılmadan, çekinmeden dile getirebilen insanlar var!
Evet, doğru, iki tarafın da anaları ağlıyor bugün. Biri Mehmetçik anası, hain bir saldırıya gözünden sakındığı bebeğini kurban verdi çünkü. Ama vatanı korumak gibi şerefli bir amaç uğruna kaybetti evladını, başı dik, alnı açık… Diğeri ise katil anası, tabi ki ağlayacak, kendi sütüyle büyüttüğü kuzusu, başkalarının canına kastettiği için öldü. Saygı duyulmadan, hiç bir değeri ve hatta bir ismi olmadan, sadece haberlerde altyazı olarak geçilen rakamlardan biri olarak ve yetmiş milyonun ahını alarak öldü… Hayal bile edemiyorum nasıl bir duygu olduğunu, sadece Allah düşmanıma bile, terörist, katil, hain bir evlat nasip etmesin diyebiliyorum.
Türkiye’m başımız sağ olsun.